Bir sabah uyandığınızı ve dünyadaki tüm çiçeklerin bir anda kaybolduğunu hayal edin. Bahçeler, parklar, dağ yamaçları, hatta pencere önünüzdeki saksı…...
Hiç aynada ağzınızı kocaman açıp da o dilin arkasında sarkan minik, pembe “şey”i fark ettiniz mi? İşte o küçük ama...
Yılanlar! Birçoğumuza Türk filmlerinden kalma korkularla tanıdık gelse de, doğanın en etkileyici ve hayati canlılarından biridir. Sürünerek ilerlemeleri, sessiz yaklaşımları...
Balıklar… Denizlerin, göllerin, nehirlerin sessiz sakinleri. Kimimiz onları sadece bir tabakta görmeye alışkınız, kimimiz ise dalış yaparken rengârenk sürüler halinde...
Kemikler… Vücudumuzun çatısını oluşturan, bizi dimdik ayakta tutan, hareket etmemizi sağlayan ve iç organlarımızı koruyan harika yapılar. Peki, hiç düşündünüz...
Bir yaz akşamında, açık bir pencerenin önünde oturuyorsunuz. Havanın tatlı bir esintisi içeri doluyor ve o anın tadını çıkarıyorsunuz. Ama...
Dünyada kaç tane karınca olduğunu hiç düşündünüz mü? Bu minik canlılar, belki de en çok göz ardı edilen varlıklar arasında...
Hayvanlar Yoksa Dünya Nasıl Olurdu? Düşünsenize, bir sabah uyandığınızda etrafınızda hiç hayvan olmadığını fark ediyorsunuz. Ne kedi miyavlaması, ne kuş...
Düşünün ki, sabah uyandığınızda bir şeylerin farklı olduğunu hissediyorsunuz. Evdeki bitkiler solmuş, yemekler tuhaf kokuyor, hatta hava bile garip geliyor....
Dünya, insanlar olmadan nasıl bir yer olurdu hiç düşündünüz mü? Belki de bu soruyu sormak, kendimizi ve çevremizi daha iyi...