Kedimin kaybolduğunu öğrendiğimde, hayatımdaki en yakınım olan insanlardan birini kaybetmişim gibi bir acı hissettiğimi çok net hatırlıyorum. Bu acıyı, evcil bir hayvanı beslemeyen biri anlayamayabilir; bir hayvanın bu kadar derin duygular hissettirebileceği düşünülmeyebilir. Ancak, kedimle aramdaki bağ, herkesle kuramadığım kadar güçlüydü ve karşılıklıydı.
O, bensiz yapamaz gibi; o bana muhtaç gibi görünse de, onunla vakit geçirip ailemizin bir üyesi gibi görmeye başladıkça, asıl ben onsuz yapamaz gibi hissetmeye başlamıştım. Ben ona mamasını veriyordum, o beni severek mutlu ediyordu. Ben onu koruyup güvende olmasını sağlarken, o sakinliğiyle bana ilaç gibi geliyordu.

Hayvanlar, özellikle de kediler, ilaç gibidir bence. Bir yerde okuduğuma göre, kedilerin insana nasıl iyi geldiği, hastalıkların tedavisinde ne kadar etkili ve önemli olduğu belirtilmişti. Bir hayvan sahiplenmek, onu beslemek, büyütmek ve sevmek büyük bir sorumluluk ister ve bu sorumluluğu yerine getirmek insanı büyük oranda geliştirir. Erdemli ve sorumluluk sahibi insanlar, sahiplenmese bile çevresindeki hayvanlara duyarlı olur ve bu duyarlılığı etrafına yayar.
Hayvanların ekolojik sistemde çok önemli bir yeri ve dünya üzerinde insanlar kadar hakları vardır. Eğer hayvanlar olmasaydı, bu sistem bozulurdu. Şu an hayvanların önemini fark etmeyen bireyler, onlara zarar verirken “hayvanlar olmasaydı” diye düşünseler, akıllarına gelebilecek birkaç sebep bile belki onları durdurmaya yeterdi. Kedimle yaşarken, evde onu besleyip dışarı çıktığımda diğer tüm hayvanların açlığını, susuzluğunu ve korkusunu daha net görebiliyordum. Eğer kedim olmasaydı, bu kadar iyi gözlemleyemeyebilirdim.
Küçücük bir kedi bile evrene, dünyaya, insana bu kadar iyi gelirken, diğer hayvanların etkisini görmezden gelmek çok zor olurdu. “Ya hayvanlar olmasaydı?” sorusu, dünya üzerinde yokluklarının en endişe uyandırıcı şeylerden biri olmasına denk geliyor, sanırım.
Hikayesini paylaştığı için Buse Aydoğan‘a teşekkür ederiz.